
Yol hikayeleri; Sosyal Mesafe, Kahve Kokusu ve Kaybolmak
Sizlere bu satırları Corona, test, karantina sosyal mesafe gibi kavramların hayatımıza girmediği bir zaman diliminden yazmak isterdim. Belki Prag’da buz gibi biramı yudumlarken ya da Tayland’da lokal bir otobüsten inmiş gördüğüm ilk kafede kahve molası vermişken…
Şimdi bir hastane bahçesinde oturmuş yanıma yaklaşan her insana düşmanmış gibi bakarken karmaşık duygularla yazıyorum.
Ankara’da sıradan bir sabah. Çeşit çeşit hastalıktan mağdur insanlar geçiyor önümden. Ben ise oturmuş gözlerimi her kapattığımda başka bir şehrin sokaklarında kayboluyorum. Hatıralarımda sosyal mesafe gibi kavramlar yok, Beyaz şehir Belgrad’dayım. Araç bulmak için çıkmam gereken yolu şaşırdım. İnternetim yok,etrafta fazla insan yok. Sırtımda iş arkadaşlarımın siparişleri ile dolu sırt çantası ile ne tarafa gitmem gerektiğini kestirmeye çalışıyorum. Karşımdan köpeklerini gezdiren bir çift geliyor. Yanlarına gidip yardım istiyorum. O an belki de dünyanın en şanslı insanıyım. Tüm Avrupa ve Balkanları Türkiye’de dâhil otostopla gezmiş Maya ile tanışıyorum. Heyecanla yaptığımız sohbet sonrası gitmem gereken yere bırakmak için araçlarına davet ediyorlar. Tereddütsüz kabul ediyorum. Küçük vosvoslarına doğru yürüyoruz. Arka koltuğa köpekleri Alex ile birlikte yerleşiyorum.
Kek, Kahve, Lahmacun
Arabada neye el atsam dökülüyor. Kapıyı kapatmakta zorluk yaşarken Bogdan elinde bir iple arkaya uzanıp kapının kulpunu ön koltuğa bağlıyor. Gülüp rencide etmemek için kendimi tutarken ikisi birlikte benim kendimi tutmama gülmeye başlıyorlar. Yolda Maya dönüp yanımda termosum olup olmadığını soruyor. Olmadığını söylüyorum. 5 dakika kapıdan eve uğrasak vaktin var mı sorun olur mu “diyor. Kabul ediyorum, nerede olduğunu tam kestiremediğim bir apartman önünde duruyoruz. Tekrar yerleşmem zor olacağı için ben Alex ile araçta bekliyorum. İkisi koşturarak apartmana giriyor. 10 dakika geçmeden yine aynı hızla arabaya geliyorlar. Yola çıkıyoruz.
Bogdan bir yandan arabayı kullanırken bir yandan simitten, dönerden, hayatında yediği en güzel şey olduğunu iddia ettiği lahmacundan bahsediyor. Beni bırakacakları yerdeyiz. Sohbet o kadar ilerledi ki bir türlü ayrılamıyoruz. Tekrar gelirsem diye evlerine davet ediyorlar, telefon numaraları alınıp veriliyor. Bir an Maya telaşla arabaya koşuyor elinde bir poşet ve termosla geliyor. Mis gibi ev yapımı ısıtılmış kek kokusu, yeni demlenmiş kahve… Tekrar sarılıp araca dönüyorlar. Bogdan Alex’in kapısını bağlıyor. Gidişlerini izliyorum. Kekin kokusuna daha fazla dayanamayıp bir köşeye oturup termos kapağına kahve dolduruyorum. Randevusundan yeni ayrılmış taze aşıklar gibi Maya’ ya kek ve kahvenin nefis olduğunu yazıp teşekkür mesajı atıyorum.” Seni özleyeceğiz, yine gel ” diye cevap yazıyor. Şu an gerçekten dünyanın en şanslı insanıyım.
Az önce yaşlı bir teyze koluma dokunup asansörlerin yerini sordu. Dokunduğu koluma korkarak baktım. Geriye doğru iki adım attım. Asansörün yerini söylemek istemiyorum. Asansöre kadar alıp onu götürmek istiyorum. Günlerdir asansöre yaklaşmadım. Sadece elimle yönünü gösterdim. Normal bir gün değil. Normal olsa onunla gideceği yere kadar giderim. Yolda torununu anlatır yada gelinimi şikayet eder. Keşke merdivenleri çıkacak gücü olsa. Belki o zaman torununun tüm hikâyesini öğrenebilirim.
Kahve Kokusuna Engel Değil Sosyal Mesafe
Kantinden aldığım ucuz kahveyi kokluyorum. Maya’nın demlediği gibi değil. Yine gözlerimi kapatıyorum. BaiaMare’nin arka sokaklarındayım. Uslanmaz bir sigara kullanıcısıyım. Sırf tütün almak için arkadaşlarımdan uzaklaştım. Bütün binalar aynı, aşırı sıcak, yön duygumu tamamen kaybetmiş gibiyim. Aynı yerden kaç kez geçip, kaç kez burası orası dedim ve orası çıkmadı hatırlamıyorum. Romanya hattımda kredi yok kimseyi arayamıyorum. Sayısını unuttuğum kayboluşlarım yüzünden artık kimsede beni aramıyor. Sokağa atılan kedi gibi eninde sonunda yolunu bulur diye dalga geçiyorlar.
Kaldırımın kenarına oturdum. Çok güzel bir sokak, hiç telaşım yok. Sanki kaybolan ben değilim. Tam karşı evin perdesi iki de bir yerinden oynuyor. Sakin sakin tütün sarıyorum. Perdenin arkasından yaşlı bir amca sürekli kafasını çıkarıp, tekrar içeri kaçıyor. Sonunda gülüp el sallıyorum. Oda bana sallıyor. Eliyle sarma işareti yapıyor. Bende gel gel yapıyorum. Yanında aynı yaşlarda bir teyzeyle çıkıyorlar kapıdan, tütün paketi ile kâğıdı uzatıyorum. Yan yana kaldırımda oturmuş sigara sarıyoruz. Dışardan nasıl gözüküyoruz acaba diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Romence kayboldum nasıl deniyordu?
Çok tasasızım. Az önce kaybolan ben değilim. Ben hiç tanımadığı iki yaşlı Romen ile kaldırımda oturup tütün tüttüren kişiyim. Teyze ellerime bakıyor yüzük arıyor. Yok diyorum. “Copil” diyor. Yok diyorum. Zaten bildiğim çok az Romence cümleleri sıralıyor. Nerelisinden, nereye gidiyorsuna. Romence kayboldum nasıl deniyor acaba diye düşünüyorum. Eve döner dönmez Laura’dan öğrenmeliyim. Katedrali sormak biz ikinci sigaraları sararken ancak aklıma geliyor. “Unde este Catedrala?” diyorum. Eliyle sağ tarafı işaret edip sanki anlıyormuşum gibi konuşmaya devam ediyor. Sanırım bütün Romenler böyle, markette bile aynı şeyi yaşıyorum. Anlamadığımı biliyorlar ama paragraflarca cümle kurup anlatmaya devam ediyorlar. Kimisi kızıyor sonra anlamıyor diye, kimisi de ağız dolusu gülüyor. Onlar gülünce ben de gülüyorum. Zaten yapacak başka bir şeyim yok. Anlamıyorum.

Amcada anlamadığımı farketti sonunda. Ayağa kalkıp şöyle bir etrafa baktı, sonra kolumdan tutup beni kaldırdı. Ben kalkınca teyzede kalktı. Amca önde benim kolumdan çekiştirerek ben arkasında, teyze benim arkamda yürüyoruz. Bir 30 metre yürüdük üstü toz kaplı bir arabanın yanında durduk. Çubuk adamdan hallice bir insan çizip” bu sensin bu sensin” diyor. Karnıma ağrılar girecek gülmekten saçlarım olmasa da en azından kilolu çizmedi. Bulunduğumuz sokaktan katedrale gidebileceğim ana caddeye kadar sağ sol döneceğim tüm sokakları çizdi. Yaşı benden büyük olduğu belli eski bir Renonun üstündeki tozda kişiye özel haritam var.
Evrensel Teyze Baskısı
Sanırım arkadaşlarım haklı kedi gibi dört ayaküstüne düşmek ve kedi gibi eve dönmek konusunda aşırı şanslıyım. Arabanın yanına oturdum. Tütünü çantadan çıkarıp amcaya uzattım. Hiç hayır demiyorlar yanıma oturup yine sarmaya başlıyorlar. Ben haritayı unutmadan yola çıkmak için tekrar ayağa kalkıyorum. Vedalaşıp gitme vakti. Sarılıp ayrılıyoruz, teyze yanaklarımı okşuyor. Sürekli copil copil deyip parmağıyla yüzük yapıyor. Evlen, çocuk yap demenin evrensel bir yaşlı teyze sorunu olduğunu o gün daha iyi anlıyorum.
Ankara’nın göbeğinde bir hastane bahçesinde oturmuş korkuyorum. İnsanlardan uzaklaşmaktan, insanları dinleyememekten. Seyahat edememek bu kadar ağır yaralamışken biz dünya âşıklarını, gittiğimiz yerlerde hayatlara dokunamamaktan, hikâyelerimi yaşayamamaktan korkuyorum.
Kahvem buz gibi oldu.
Hala Maya’nın ki gibi kokmuyor.
23 Ekim 2020 Gezgin Gazetesinde yayınlanmıştır.
Serinin diğer yazısı Çingene kızı ve Peluş Ayı


3 Yorum
Deryadeniz
Keki kokladım,o arabada oturdum,rengi maviydi,elimi parmaklarıma götürdüm yüzüğüm var mı diye kontrol etmek için! Ne kadar gerçek yazdıkları! Van Gogh gibisin,O her resme can verir, sen aldın götürdün cümlelerinle! İnanılmaz❤️
sandalet
ya canım benim, sende ne hikayeler vardır bizden fazla:)
Geri bildirim: